bugün

entry'ler (212)

birini bekleyerek yaşamak

hiç makul olmayan ancak içinden çıkılmak istenmeyen durum.

ahlak ve estetik

nietschze'ye atfedilen bir söz var. anonim de olabilir. "bir hamam böceğini öldürürsen katil, bir kelebeği öldürürsen katil olursun.ahlakın estetik standartları vardır."

Rusya-Ukrayna savaşı sürecinde bu durum ayyuka çıkmış vaziyette. savaş ve mülteci krizi dendiğinde çocukları kara kuru, kadınları kapalı, erkekleri sakallı insanlar televizyonda görmeye alışmış bütün dünya. şimdi" sarışın ve mavi gözlü "insanları savaş söylemleriyle birarada anınca herkes bi topalladı. estetik olarak ukraynalı bir mültecinin, suriyeli bir mülteciden görece daha güzel görünmesi insanların ahlak standartlarını etkiledi.ortak kültürel geçmiş, din, sosyal statü kadar belki de estetik etkiledi, özellikle avrupalı insanların merhamet duygusunu.belki alışılmadık bir durum olduğu için bağ kuruldu.veya daha az tehlikeli göründüler.burada tüm insanlar için bir acı yarıştırma söz konusu.

insanın bu noktada ne kadar şekilsel bir varlık olduğunu da ortaya çıkarıyor.

hayatın anlam kazanacağını umut ederek yaşamak

beyhude bi beklentinin içinde yaşamaktan farkı yok. yaşadığın sosyal çevrenin, iş hayatının yalnızca bu beklentiyi görmezden gelmek için var olduğunu anlamak gibi.

insanların eğlenerek yaptığı şeyleri istemeden yargılamayı ve sanki hayatın anlamını çözmüş gibi yersiz bi kibiri de beraberinde getiriyor. mutlu olmayı başarmanın zor olduğunu düşünüyor insan. hayatında dişe dokunur bi sorun olmamasından dolayı, insanlara bu konuyu açtığında nankörlükle suçlanmak kaçınılmaz oluyor. aslında sorunun ve mutluluğun, maddiyattan, kalabalık çevrenden bağımsız, kendi
dünyanla olduğunu anlatamıyorsun. yavaş yavaş intihar fikrine insanların nasıl ulaştığını anlamaya yaklaştığını düşünüyorsun. ne kadar gülsen de, eğlensen de, her duygunun anlık olarak seni mutlu edeceğinin farkına varıyorsun. hayatta bi amaç bulup o amaca kilitlenmiş insanları görünce, bi amaçlarının olmasına değil, hayatın anlam kazanacağına yönelik beklentiyi gözardı ettikleri için imreniyorsun.

karşılıksız iyilik

fazlasıyla uhrevi geliyor karşılıksız iyilik kulağa. karşılığı maddi şeylerle sınırlıyorsak birçok insana aziz/azize muamelesi yapabiliriz. karşılık bence maddiyattan daha fazlası.

vicdan dediğimizin şeyin, kendimizi diğer insanların ahlak anlayışından daha üstün görmemizi sağlayan perdeyi de karşılığa dahil edebiliriz bence. merak ettiğim soru şu:birine yardım ettiğimde, herhangi bir şey hissetmesem, vicdani bir rahatlama, o insana yardım ettiğimde, karşı tarafın duyduğu minnetin huzurunu hissetmesem yine de ona yardım eder miydim? emin değilim. Bu soru biraz da, ne olursa olsun sonunda, insanın kendine bile itiraf edemediği bencillik duygusuna çıkıyor. öyle güzel kamufle ediyoruz ki, kendimizi iyilik timsali olarak görebiliyoruz.

onaylanma ihtiyacı

baya ilkel bir güdü. binlerce yıl önce, insanların pek fazla bireysel yaşam alanı yoktu. çoğu şey kolektif bir biçimde yapılıyordu.

en amiyane tabiriyle sürüden ayrılanı kurt KAPIYORDU. dolayısıyla bağlı olunan topluluktan, sosyal sınıftan dışlanmak, doğada meydana gelebilecek tehlikelere karşı kendini savunmasız hissettiriyordu.bir nevi ölümden önceki son kapıydı,gruptan dışlanmak.

havada manasızca uçan poşeti izleyen tip

(bkz: american beauty)

ölüm

medeniyetin bugünkü hale gelmesinde en büyük motivasyondur ölüm. ölümlü olduğunun farkında olan insan, inançlı veya inançsız olsun, bilincinin var olmadığı bir anı düşünemiyor.

bu düşünce yokluğu, insan var olmasa da hiçbir zaman unutulmaması için onu bir şeyler yapmaya teşvik ediyor. insanlığın refahını sağlama güdüsü bir noktaya kadar işe yarıyor. temel motivasyon kendi egosu ve isminin öldükten sonra anılması. kendi farkında olmasa da adının anılacağına yönelik duyduğu hayvani egoyla gelen bir açlık. benliğinin devamını sağlama açlığı.bu duygu 10bin yıl önce mağaraya el izini bırakan adamla aynı.

şimdi düşününce akla şöyle bir soru geliyor. yapılan tüm keşifler, icatlar, her türlü edebi metin, anonim olarak ortaya çıksaydı şu an ki medeniyete sahip olabilir miydik?

cumali ceber

filmin içeriğinin iyi ve kötü olması insanların pek umrunda değil açıkçası.

önemli olan kısım, kişilerin bu tarz filmleri yerin dibine sokarak, çevrelerine karşı, kendileri hakkında, toplumunun genelinden sıyrılmış gibi görünen bir kimlik inşa etmeye duyduğu açlık bence.

sonuçta övdüğümüz veya yerdiğimiz şeyleri, asıl olandan ziyade, kendimizi tanımlamak için kullanıyoruz.

yerin dibine sok veya kahkaha at da, biraz da kendine bakmalı insan.

mutsuzluğun en büyük nedeni

insanın kendine yetmeye çalışmak yerine kıyas yarışına girmesidir. sosyal mecraların yaygınlaşmasıyla çok kolay hale geldi bu.

eskiden komşunla veya birkaç mahalle ötendeki insanla kendini karşılaştırırdın. maksimum,akşam izlediğin magazin programlarındaki ünlüleri kendine idol edinirdin.

şimdi ise, belki de hayatta hiçbir ortak paydaya sahip olmadığın, tanımadığın, binlerce km ötedeki bir insanın tatil fotoğraflarına bakıp kendi yaşamına sinirleniyorsun.

her paylaşılan fotoğraftaki aşırı mutlu hallerin, gerçek olamayacak kadar yapay olduğunu düşünmek yerine, insanların bir harikalar diyarında yaşadığını düşünüyorsun.

hakikat

gerek fonetiğini, gerek üzerine yazılan metinleri beğensem de, okunan şeyler düşünmeye sevk etse de birkaç senedir iyice ayağa düşmüştür.

kitap kapaklarında; seküler takılıp, bir yandan da manevi duygulara oynayarak, paraları cebe indirmeye çalışan otun bokun 'koç'u unvanını almış, şarlatanlardan dolayı bir antipati oluşmaya başladı.

insanların ambalajlara, o ambalajları çevresine pazarlayacak güzel sözcüklere ihtiyacı var. onların, maddi hayata tamamen teslim olmadıklarını ikna edecek manevi duygulara ihtiyacı var. hakikat kelimesi ve yarattığı duygu bunu çok güzel karşılıyor. kitap satışlarına da bakarsak çok da güzel pazarlanıyor.

hiçliğin varlığın karşıtı olamayacağı gerçeği

en çok karıştırılan iki kavramı içeren doğru bir tespit.

yokluğun kendisi var olana ve
varlığın bir anlık olmayışına muhtaçtır ki yok olarak tanımlanabilsin. yok olmak için önce tanımlayabildiğiniz bir varlık olması gerekir.

hiç ise hiçtir. daha sade anlatılamaz bence.

instagram kuşağı

nobel ödüllü psikolog, david kahneman'ın içinde bulunduğumuz jenerasyonu tanımlamak için kullandığı tanım.

insanın yaşadığı olayları nasıl deneyimlediği ve hatırladığıyla alakalı bir temele dayanıyor.

insanın iki tane gerçeklik algısı bulunuyor. birincisi şu an yaşadığımız, şimdi denilen zaman dilimi. bu zaman diliminde yaşadığımız her şeyin belli bir sürekliliği var. her an, başka bir anı takip ediyor. meydana gelen her olay, bir önceki olayların daha az hatırlanmasına sebep oluyor.

hatırladığımız gerçeklik ise bizim seçtiğimiz hatta çoğu zaman manipüle ettiğimiz gerçeklik. instagram, bunu sağlıyor. gayet popüler kültüre hitap eden bir olay, fotoğrafa uygulanan bir filtre sayesinde nostaljik bir hal alıyor.fotoğraf atıldığı anda, anılarınız taze olduğu için o anı filtresiz bir şekilde hatırlayabilirsiniz fakat anılar kaybolmaya başlayınca, elinizde o ana dair tek o fotoğraf kalınca, yaşadığınız anılar da çok güzel manipüle oluyor.

baya güzel bir tespit bence. çekilen mükemmele yakın fotoğraflar, belki de insanların çevresine yaptığı bir gösterişten ziyade, kendi anılarının ayarlarını bozmaya yöneliktir.

baudrillard zamanında bunun benzerini,televizyon için söylemişti.

televizyonun gerçek olayları öldürdüğünü, "bir katliamı canlı bir şekilde izleyemeyecekken, televizyonda bir katliam görüntüsünden sonra, herhangi bir ürünün reklamını gayet soğuk kanlı bir şekilde izleyebilirsiniz" örneğiyle anlatmıştı.

devlet neden var

(bkz: devlet ve bilinç)

dertler yarrak gibidir en büyüğün sende sanarsın

yabancı filmlerde babalar çocuklarına nasihat verdiklerinde " "when I was kid..." diye cümleye giriyorlar ve çocuklarına örnek olması için bir hikaye anlatıyorlar en sonunda güzel bir sözle bağlıyorlar.

başlığı görünce, istemsizce bir gülme geldi.

çocuk kıvama gelmiş vermişsin nasihati,cümleyi de:

"sonuç olarak evlat dedenin de dediği gibi 'dertler yarrak gibidir en büyüğü sende sanarsın' diye bitiriyorsun.

13

asal sayıdır. ağustos böcekleri için bu sayının öneminden bahsedeceğim. ağustos böcekleri 12 yıl toprak altında yaşarlar ve toprak altındayken kanatları oluşmamıştır. 13.yılda, yani yeryüzüne üremek için çıktıklarında kanatları da açığa çıkar.

neden 13 yıl?

ağustos böceklerinin 2000'e yakın türü olduğu biliniyor.üremek için yeryüzüne çıkan böcekler, başka bir türden ağustos böceğiyle çiftleşirse iki tür için de yıkım olur. yani bir ağustos böceği yeryüzüne çıktığında diğer türün toprak altında olması gerekiyor.güzel kısmı da burası.

diğer ağustos böcekleri de bu durumun farkında olduğu için onlar da bir diğer asal sayı olan 17 yılda bir yeryüzüne çıkıyor.

dolayısıyla iki tür de asal sayı olmayan bir sürede yeryüzüne çıkıp daha kısa sürede karşılaşmak yerine, iki asal sayı seçerek 221 senede bir karşılaşıyorlar ve türün devamlılığını sağlıyorlar.

dilim döndüğünce düşünüyorum diyen kız

sapir whorf hipotezinden haberdar olması, muhtemel olan kızdır.

ig farben

1920'li yıllarda ortaya çıkmış en büyük ilaç şirketidir. çoğu ilaç firması gibi kitle imha silahı ihracından iyi para kazanmıştır.

nazilerin,yahudi soykırımında kullandığı zyklon-b gazını temin eden firmadır.bu firmada çalışan ve nurnberg duruşmasında yargılananlar , daha sonradan bayerin yönetim kurulu görevine getirilmişlerdir.

otto bayer de bu firmadan çıkmadır.

100 yıl sonra adımızın bile hatırlanmayacak olması

(bkz: ubi sunt)

kişisel gelişim kitaplarının tırt olduğu gerçeği

barnum etkisi olarak da bilinen güzel bir tespit var. wiki'de şöyle bir tanımı var;

"bireylerin, özellikle kendileri için hazırlanmış gibi görünen ama aslında büyük çoğunluktaki insanlara uyacak kadar genel ve belirsiz kişilik betimlemelerine yüksek puan verme eğilimlerini anlatan bir gözlemdir."

bu fenomen daha çok burçlar üzerine temellendirilmiş.fakat kişisel gelişim kitapları da benzer şeyleri vaad ediyor.

farklı düşünce yapısına, farklı kültürel ve ahlaki değerlere sahip kişilere aynı telkinleri verip, sonunda benzer başarıyı hedeflemelerine yönelik bir nevi umut tacirliği yapıyor.

başarıyı ve istenilene ulaşma azmini tetiklemek, bu kadar objektif ilkelere ve "önce her sabah, ayna karşısında çok güzelim diyerek güne başlıyoruz" ayarında tekrarlamalara mı bağlı?

insanlar, bir şeye ulaşmak için uzun süre emek verdikten sonra, o şeye ulaşıp tatmin olmadıklarında bunu çok kolay dile getiremez. çünkü bunun kabulü, uzun süre verdiği emek ile elde ettiğin şey arasındaki zaman-tatmin farkıdır. her daim ikincisinin ilkinden fazla olması istenir.

okuduğu kişisel gelişim kitabını, hayatına tatbik etmek için fırsat kollayan kişi de, zamanını çöpe atmak istemediği için, tatmin olmak istiyor.

atları bağlayın geceyi burada geçiriyoruz

yolun geri kalanını katırlarla tamamlayacak olan grubun, alfa bireyine ait söz öbeği.